Röportaj

Emre Aydın

alt

Bunu yapabilen çok fazla da insan yok aslında Türkiye’de. Bir Tarkan var:)
O çok farklı bir kategori bence ama Babazula çok önemli bir örnek. Türkiye’de adı duyulmuyor ama onlar dünya müziği yapıyor.

Biraz klasiklerden bahsedelim mi? Bach, Mozart, Vivaldi…     
Klasik müziği biraz sert buluyorum ben. Şu ana kadar hiçbir zaman biraz dinleneyim diye klasik müzik cd’si almadım. Çünkü dinlerken yorulduğumu hissediyorum. Takip etmeye başlıyorum, burayı nasıl çalmış diyorum ve çok yoruluyorum. Çok iyi bir klasik müzik dinleyicisi değilim.

Bir şarkı yazarken, hangi modda oluyorsun? Örneğin banyoda mı aklına geliyor, ya da mum yakıp havaya mı giriyorsun:)
Hiç öyle şeylerim yok. Bahsedeceğim şeyi, kafamda taşıyorum uzun süre. Örneğin “Git”in sözleri uzun zaman kafamda döndü. Birine bir şey söyleyeceğim ben o şarkıda. En son oturup yarım saat içinde yazıyorum. “Çok yetenekliyim de pat diye yapıyorum” gibi bir durum değil bu. İlk önce hep kafamda evirip çeviriyorum, son olarak da birden çıkıveriyor işte. Ekstra bir durum yaratmama gerek olmuyor. Ama kendimi sebepsiz yere incinmiş hissettiğim zamanlarda daha kolay çıkıyor bu sözler. Örneğin yağmur yağar, evde kimse yoktur… Böyle anlarda daha kolay yazıyorum. Onlar avantajlı durumlar, yakalayınca kaçırmamak lazım.

Acı sanatçıyı besliyor, değil mi?
Tabii bu avantajlı bir durum, ama 15 tane aşk albümü yapmış, çok iyi kariyeri olan sanatçılar var. 15 albüm, düz hesap 150 şarkı eder. Her kadına iki tane şarkı yazsa, 75 şarkı eder. O yüzden böyle hesaplanamaz bu. Ne yaşarsanız yaşayın, her zaman söylenmemiş sözünüz kalıyor. Arkadaşlıkta da öyle, aşkta da. Hayatınızda yeni bir şey olmamasına rağmen, yine de söylemek istediğiniz şeyler olabiliyor. Eski sevgiliyi görmüyorsunuz, ama arada bir haberini alıp rahatsız oluyorsunuz. Bu durum bile size bir şeyler yazdırıyor. O da yeni bir şey aslında. “Hayatımdan çık” temalı bir şey söylemek istiyorsunuz. Hiçbir alakanız olmasa da, haber de duymasanız, başka bir şey hissedip onu hatırlıyorsunuz. Artı, kurgu da yapabiliyor olmanız lazım. Sadece kendi hikayenizi anlatarak, ne senaryo ne de şarkı yazabilirsiniz. Şarkı yazmak düz yazı yazmaya benzemiyor, onun kuralları var. Gönül demek isterken, kalp yazmak zorunda kalabiliyorsunuz örneğin. Ekstra bir şey yaşamak ve onun üzerine yazmak size verilen bir ödül. Çok ağır bir şey yaşamadığınız sürece. Fakat yaşamadan da yazabiliyor olmalısınız.

Türkiye’de Emmy gibi dizi ödülleri verilseydi, sen “En İyi Dizi”, “En İyi Erkek Oyuncu” ve “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerini kimlere verirdin? 
“En İyi Dizi”,  Avrupa Yakası ve Elveda Rumeli olurdu… “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü Engin Günaydın’a giderdi. İnanılmaz sevimli ve iyi bir oyuncu. Sürekli değiştiriyor kendini, süper bir adam bence. “En İyi Kadın Oyuncu” da Binnur Kaya olurdu.

Bu aralar en çok kime gülüyorsun peki?
Yine Engin Günaydın ve “Avrupa Yakası”. Tolga Çevik de çok başarılı. Onun dizideki performansını çok beğeniyordum, ama “Komedi Dükkanı”ndaki haliyle onun çok zeki bir adam olduğunu gördüm. Gerçekten çok başarılı.

Şu an dövmen var mı?
Dövmem yok, çünkü statik şeylerden sıkıldığım için dövme yaptırmaktan korktum hep. Yaparsam bir süre sonra pişman olacağımı biliyorum. Sonra sildirmeye çalışacağım iyice ziyan olacak:)

Yemek yapmayı seviyor musun? 
Yok, sevmiyorum. Sevmediğim için de pek bilmiyorum.  Sadece ortaokuldayken, annem geç gelirdi eve ve kardeşime bir şeyler hazırlardım. Sucuklu yumurta, omlet çeşitleri yapardım. Şöyle bir tarif verebilirim size. Salçanın içine bütün baharatları atıyorsunuz, karıştırıyorsunuz. Yumurtanın içine onu koyuyorsunuz:) Ay pardon yanlış oldu galiba:) Sonra da içine muz atıp, her şeyden vazgeçiyorsunuz:) Ne kadar alakalı olduğum belli oluyor, değil mi? Kardeş bir süre sonra yumurta yemekten sıkılıyor:)

 

 

Yorum Yapın